Beylikdüzü'nde Ailesine Teslim Edilmeyen Çocuğun Ölümündeki Acı Dram

Çocuklar geleceğimizdir diyoruz. Hele 0-6 yaş grubu çocuklarımız için Cennet kokusu diyor
ve doğal kokusunu enfiye çekercesine ciğerimize çekiyoruz. Bu yaş gurubu çocukları Yaratıcı
farklı bir çekicilik kılmış bizlere ve adeta çocuklarınızı çok sevin diye doğal ve masum
endamı onlara vermiş. Nitekim bizlerde özellikle bu yaş gurubu çocukları ne kadar seversek
de sevelim yine de doyamıyoruz.
Asıl ilginç olan da bireyin bilinç altının temeli de asıl bu yaşlarda şekilleniyor olması.
Çocuklarımıza ne veriyorsak işte bu yaşlarda verebiliyoruz. Geri kalan yıllarda da o temel
üzerine bina edebiliyoruz.
Kaleme aldığım “Beylikdüzünde ailesine teslim edilmeyen çocuğun ölümünde ki acı dram”
başlıklı yazıyı haber bülteninde okuyunca yüreğim burkuldu. İlk olarak gözümün önüne o
masumun cıvıl cıvıl sevgi bekleyen nafile gülüşleri geldi. Ardından da hazin ölümü yüzüme
acı bir şamar gibi çarptı.
Yaratıcı bütün insanları biyolojik olarak eşit koşullarda yaratıyor. Ama ne var ki büyürken ve
büyütülürken herkes eşit koşullara sahip olamıyor. Kimi çocuklar hava solurcasına şefkatle
beslenirken kimi çocuklar da daha o yaşlarda sevgisizlik damarına şırınga ediliyor.
Sevgisizlikle büyüyen çocuklar ileri yaşlarında ne yazık ki sevginin ne olduğunu
bilmediğinden insanları sevmiyor, sevemiyor.
İnsanlara acı çektirmeyi umursamayan sevgi nasipsizi yetişkin birine dostane bir tavırla bir
gün “seni seviyorum” demiştim. Suratını ekşiterek bana verdiği “beni annem bile sevmemiş,
sen neden seveceksin” cevabı üzerine irkilmiş ve yüreğim burkulmuştu. O an insan duygu
formatında yer almayan sevme ve sevilebilme kodunu nasıl bilebilsin ki diye de
düşünmüştüm.
Beylikdüzü’de yaşanan dramda çocuk cinsel istismara uğramış mı yoksa uğramamış mı? İki
farklı sağlık kurumunun farklı beyanının olması da insanın kafasına kırk soru getiriyor. Zira
cinsel istismar kolaylıkla dile getirilebilecek bir iddia değil ve olmamalı da. Hele bu konunun
uzmanlarının da uluorta söyleyebileceği bir terim de olmamalı. Yine haber bülteninde yer alan
habere göre de ailesinin “fasulye sırığına düştü” savunması insanın içini burkuyor. İki
yaşındaki bir çocuk nasıl fasulye sırığına düşebilir? O yaştaki bir çocuktan daha kısa bir
fasulye sırığı olabilir mi? Öyle ya, eğer çocuk fasulye sırığına düştüyse, çocuk sırıktan daha
uzun olması mantık kuralı gereğince gerekmez mi? Fasulye sırığı iz bırakacak düzeyde
tahribat yaptıysa çocuk çıplak olmak zorunda değil mi? Fasulye sırığını çocuk fasulye
bahçesinde mi buluyor? O yaştaki çocuğun fasulye bahçesinde ne işi var? Bu soru silsilesi
devam eder ve gider işte.

Görüyorsunuz ya ardı arkası gelmeyen bir çok sorunun bu olay üzerine sıralanması mümkün.
Çocuk daha sonra ailesine teslim edilmediğini haberde okuyoruz. Demek ki konu adli bir suç
olarak soruşturuluyor.
Anayasada çocuğun üstün yararı üst bir hak olarak nitelendiriliyor. Yani hak yarışmasında
çocuk yararı varsa, diğer haklar göz ardı ediliyor. Yasalar çocuğun hakkını üstün hak olarak
görürken, acaba toplumu oluşturan bireyler bu hakkın ne kadar farkında? İşte asıl sorun da
burada ortaya çıkıyor.
Aralarında sevgi bağı olmayan karı ve kocadan doğan çocuk sevgiye hasret olarak büyüyecek
ve toplumda eksik bir birey olarak rol alacaktır.
Belki çok uçuk olacak, ama evlenecek olan eşler önce bir eğitimden geçirilmeli diye aklımdan
geçiyor. Ama bu eğitim çocuk yapmadan önce de ikinci bir eğitim olarak yine verilmeli.
Eğitim almayan hiç birey ne evlenebilmeli ne de çocuk yapabilmeli. Bu ifadeleri
çaresizliğimden ötürü söylüyorum.
Devlet trafiğe çıkmak isteyen sürücüyü önce eğitimden geçiriyor ve ardından da sınava tabi
tutuyor. Ama çocuk sahibi olmak isteyen cahil ebeveyn hiçbir eğitime yada sınava tabi
tutulmadan çocuk ve hatta düzinelerce çocuğa sahip olabiliyor. Soruyorum size toplum için
kaza yapan bir sürücümü yoksa cahil bir ebeveyn mi çok daha tehlikeli? Sürücünün çarptığı
kişi ölüyor, ama sevgisiz büyüyen çocuk sevgisizlik üreterek çoğalıp gidiyor.
Tekrar konumuza gelelim. Küçüklere uygulanan cinsel istismar suçunun faili ne yazık ki
genelde aile bireyleri oluyor. Toplumdaki cinsel istismarın ise çok azı kamuoyuna yansıyor.
Cinsel istismar uygulayan zavallılar ise toplumda efendi bir birey maskesi altında hava
basarak geziyor. İstismar uyguladığı zavallı ise hayatının son nefesine kadar yaşadığı
psikolojik acıyı bilinç altında inim inim inleyerek son nefesine varıncaya kadar ölümsüz bir
virüs gibi taşıyor.
Sevgiye doymuş çocukların olduğu bir topluma erişebilmek ümidiyle.
Çocuklar geleceğimizdir diyoruz. Hele 0-6 yaş grubu çocuklarımız için Cennet kokusu diyor
ve doğal kokusunu enfiye çekercesine ciğerimize çekiyoruz. Bu yaş gurubu çocukları Yaratıcı
farklı bir çekicilik kılmış bizlere ve adeta çocuklarınızı çok sevin diye doğal ve masum
endamı onlara vermiş. Nitekim bizlerde özellikle bu yaş gurubu çocukları ne kadar seversek
de sevelim yine de doyamıyoruz.
Asıl ilginç olan da bireyin bilinç altının temeli de asıl bu yaşlarda şekilleniyor olması.
Çocuklarımıza ne veriyorsak işte bu yaşlarda verebiliyoruz. Geri kalan yıllarda da o temel
üzerine bina edebiliyoruz.
Kaleme aldığım “Beylikdüzünde ailesine teslim edilmeyen çocuğun ölümünde ki acı dram”
başlıklı yazıyı haber bülteninde okuyunca yüreğim burkuldu. İlk olarak gözümün önüne o
masumun cıvıl cıvıl sevgi bekleyen nafile gülüşleri geldi. Ardından da hazin ölümü yüzüme
acı bir şamar gibi çarptı.
Yaratıcı bütün insanları biyolojik olarak eşit koşullarda yaratıyor. Ama ne var ki büyürken ve
büyütülürken herkes eşit koşullara sahip olamıyor. Kimi çocuklar hava solurcasına şefkatle
beslenirken kimi çocuklar da daha o yaşlarda sevgisizlik damarına şırınga ediliyor.
Sevgisizlikle büyüyen çocuklar ileri yaşlarında ne yazık ki sevginin ne olduğunu
bilmediğinden insanları sevmiyor, sevemiyor.
İnsanlara acı çektirmeyi umursamayan sevgi nasipsizi yetişkin birine dostane bir tavırla bir
gün “seni seviyorum” demiştim. Suratını ekşiterek bana verdiği “beni annem bile sevmemiş,
sen neden seveceksin” cevabı üzerine irkilmiş ve yüreğim burkulmuştu. O an insan duygu
formatında yer almayan sevme ve sevilebilme kodunu nasıl bilebilsin ki diye de
düşünmüştüm.
Beylikdüzü’de yaşanan dramda çocuk cinsel istismara uğramış mı yoksa uğramamış mı? İki
farklı sağlık kurumunun farklı beyanının olması da insanın kafasına kırk soru getiriyor. Zira
cinsel istismar kolaylıkla dile getirilebilecek bir iddia değil ve olmamalı da. Hele bu konunun
uzmanlarının da uluorta söyleyebileceği bir terim de olmamalı. Yine haber bülteninde yer alan
habere göre de ailesinin “fasulye sırığına düştü” savunması insanın içini burkuyor. İki
yaşındaki bir çocuk nasıl fasulye sırığına düşebilir? O yaştaki bir çocuktan daha kısa bir
fasulye sırığı olabilir mi? Öyle ya, eğer çocuk fasulye sırığına düştüyse, çocuk sırıktan daha
uzun olması mantık kuralı gereğince gerekmez mi? Fasulye sırığı iz bırakacak düzeyde
tahribat yaptıysa çocuk çıplak olmak zorunda değil mi? Fasulye sırığını çocuk fasulye
bahçesinde mi buluyor? O yaştaki çocuğun fasulye bahçesinde ne işi var? Bu soru silsilesi
devam eder ve gider işte.

Görüyorsunuz ya ardı arkası gelmeyen bir çok sorunun bu olay üzerine sıralanması mümkün.
Çocuk daha sonra ailesine teslim edilmediğini haberde okuyoruz. Demek ki konu adli bir suç
olarak soruşturuluyor.
Anayasada çocuğun üstün yararı üst bir hak olarak nitelendiriliyor. Yani hak yarışmasında
çocuk yararı varsa, diğer haklar göz ardı ediliyor. Yasalar çocuğun hakkını üstün hak olarak
görürken, acaba toplumu oluşturan bireyler bu hakkın ne kadar farkında? İşte asıl sorun da
burada ortaya çıkıyor.
Aralarında sevgi bağı olmayan karı ve kocadan doğan çocuk sevgiye hasret olarak büyüyecek
ve toplumda eksik bir birey olarak rol alacaktır.
Belki çok uçuk olacak, ama evlenecek olan eşler önce bir eğitimden geçirilmeli diye aklımdan
geçiyor. Ama bu eğitim çocuk yapmadan önce de ikinci bir eğitim olarak yine verilmeli.
Eğitim almayan hiç birey ne evlenebilmeli ne de çocuk yapabilmeli. Bu ifadeleri
çaresizliğimden ötürü söylüyorum.
Devlet trafiğe çıkmak isteyen sürücüyü önce eğitimden geçiriyor ve ardından da sınava tabi
tutuyor. Ama çocuk sahibi olmak isteyen cahil ebeveyn hiçbir eğitime yada sınava tabi
tutulmadan çocuk ve hatta düzinelerce çocuğa sahip olabiliyor. Soruyorum size toplum için
kaza yapan bir sürücümü yoksa cahil bir ebeveyn mi çok daha tehlikeli? Sürücünün çarptığı
kişi ölüyor, ama sevgisiz büyüyen çocuk sevgisizlik üreterek çoğalıp gidiyor.
Tekrar konumuza gelelim. Küçüklere uygulanan cinsel istismar suçunun faili ne yazık ki
genelde aile bireyleri oluyor. Toplumdaki cinsel istismarın ise çok azı kamuoyuna yansıyor.
Cinsel istismar uygulayan zavallılar ise toplumda efendi bir birey maskesi altında hava
basarak geziyor. İstismar uyguladığı zavallı ise hayatının son nefesine kadar yaşadığı
psikolojik acıyı bilinç altında inim inim inleyerek son nefesine varıncaya kadar ölümsüz bir
virüs gibi taşıyor.
Sevgiye doymuş çocukların olduğu bir topluma erişebilmek ümidiyle.

YÜREK BURKUCU OLAY: KIRŞEHİR’DE POLİSİN POLİS EŞİNİ ULUORTA ÖLDÜRÜP İNTİHAR ETMESİ